SIFIR NOKTASI KÜBRA KURUALI VE ALEYNA AYAN'LA KITAP SÖYLEŞİSİ

 

Ömer Yalçınova: En başa dönelim mi? 6 Şubat depremleri olduğunda neredeydiniz? Deprem haberlerini aldığınızda neler hissetmiştiniz?

 

Kübra Kuruali: 6 Şubat öncesi bir haftalık tatildeydim. O sabah yol yorgunu uyandığımda haberi gördüm ve şok oldum. Türkiye’nin neredeyse yarısı yıkılmıştı. Ve bu iller arasında yakınlarım, arkadaşlarımın olduğu yerler vardı. Dolayısıyla ilk etapta onlara ulaşmaya çalıştım. Bir kısmına ulaşabildim, bir kısmıyla çok uzun süre konuşamadım, ortak tanıdıklarımdan onların haberlerini aldım. Senin ve ailenin iyi olduğu haberini de Merve’den almıştım. Seni de uzun süre arayamadım. Tanıdığım pek çok insan artık doğup büyüdükleri şehirlerde yaşamıyor.

 

Aleyna Ayan: Sanırım evimdeydim ve uyandıktan sonra öğrenmiştim. Zihnim o anı silmiş gibi, hatırlamakta zorlanıyorum. Haberleri okuduğumda, televizyona baktığımda depremin etkisini tam anlayamamıştım. Elbette deprem olması beni o şehirlerde yaşayan insanlar adına korkutmuştu ama geride kalan yaranın boyutunu günler içerisinde karşılaştığım görüntülerle, insanların yardıma ulaşmak için enkaz altından yaptığı paylaşımlarla anladım. Bir hafta sonrasında elim telefona gitmemeye başladı. Ailemle birlikte deprem bölgesindeki insanlar için herkes gibi biz de elimizden ne geliyorsa yapmıştık ama telefonu elime alıp yeni görüntülerle karşılaşınca kendimi yetememiş, bencil hissediyordum. Ve o dönem çalıştığımız derginin konusu da deprem olmuştu. Bölgeye giden gazetecilerin “Her taraftan yardım çığlıkları geliyor ama bir şey yapamıyoruz.” şeklindeki açıklamalarını ben de telefonuma, televizyona bakınca, metroda insanların sohbetlerine kulak misafiri olunca hissediyordum.

 

ÖY: İkinizin de deprem öncesinde Kahramanmaraş’a geldiğinizi biliyorum. Deprem öncesiyle sonrası Kahramanmaraş’ı kıyaslamanızı istesem, neler söylersiniz?

 

AA: Biz Kahramanmaraş’a deprem sonrası gittiğimizde depremin üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti ama yine de yıkılmış bir şehirle karşılaşmanın beni nasıl etkileyeceğini, neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. O yüzden Kahramanmaraş’a yeniden gitme planı şekillenirken kendimi içten içe sorguladım: Kaldırabilir misin? Açıkçası yürüdüğümüz yolları, gittiğimiz restoranı, çarşı pazarı hatırlayacağımı düşünmüştüm. Ama hiçbir yeri tanıyamadık. Bir Kahramanmaraşlı şoför arkadaş bize rehberlik etti. Nerenin önceden ne olduğunu söylese de hafızamda iki görüntüyü mantıklı bir zeminde yan yana getiremeyeceğim kadar şehir değişmişti. Şehrin merkezindeki büyük boş arazilerin yanında konteyner mağazalar…

 

KK: Deprem öncesi Maraş’a senin davetin üzerine bir defa gelmiş ve çok kısa kalmıştık. O yürüdüğümüz Trabzon caddesinin hatta biz oraya İstiklal’e benzetmiştik, tamamen yok olmuş olması, birlikte program yaptığımız Yedi Güzel Adam Müzesi’nin ve pek çok tarihi yerin hasar almış olması, şehrin çok büyük bir bölümün yıkık olması… Aslında galiba söylenecek bir şey yok… Tüm şehirler için sözün bittiği yerdeydik.

 

ÖÖ: Sıfır Noktası’na gelecek olursak, böyle bir kitap çalışması teklifi aldığınızda neler düşündünüz? Yapılabilir mi? Yapılamaz mı gibi sorular geçti mi aklınızdan?

 

KK: Bu kitap teklifi bana geldiğinde Adıyaman’la ilgili belgesel çalışmalarım devam ediyordu. Açıkçası ilk etapta yetiştiremeyeceğimi söyledim. Fakat saha işi olması ve deprem şehirlerine dair bir şeyler yapma isteği beni vakit olarak zorlasa da kabul etmek istedim. Daha sonra Aleyna’dan destek istedim. Onunla birlikte olunca hem sahada hem masada daha pratik bir şekilde toparlayabildik. Yaklaşık 20 yıldır televizyon ve dergi haberciliği ve editörlük yapıyorum. Bir iş yaparken hiç bu kadar canımın yandığını hatırlamıyorum.

 

AA: Bir telefon konuşmamızda Kübra Hanım, depremle alakalı bir kitap projesi olduğunu ve psikolojik olarak dayanıklı birini aradığını söylemişti. Üzerine düşünmeden kabul ettim. Benim sorgulamalarım süreç içerisinde belirmeye başladı. Açıkçası Kahramanmaraş’a varıp ilk hikâyeyi dinledikten sonra projeye yabancılaştım. İstediğimiz kadar uzaktan ağlayıp üzülelim; insanların acısının şiddetini televizyon ya da telefon ekranından anlamak asla mümkün değilmiş. Bunu fark edince bir acı üzerinden kitap yapma fikri kötü gelmeye başladı. Ama orada kaldığımız bir hafta içerisinde insanların acılarını paylaşma isteği fikrimi değiştirdi. Başlarda böyle bir kitabın etik açıdan sorunlu olduğunu düşünmüştüm; dönerken Kahramanmaraş’a yeni bir ev yapmak nasıl bir hizmetse bu kitabın da benzeri bir hizmet olduğuna karar verdim.

 

ÖÖ: Söyleşi yapılacak kişi ve aileleri nasıl belirlediniz? O ailelerle söyleşi yaparken unutamayacağınız anlar oldu mu? Birkaç tanesinden söz etmenizi istesek anlatır mısınız?

 

AA: Hikâyesini dinleyeceğimiz isimler Kültür Dairesi Başkanlığı tarafından seçilmişti. Sadece listeye depremin merkez üsleri olan Elbistan ve Pazarcık ilçelerini ekledik. Bu ilçelerde depremi yaşayan insanlarla görüşmezsek projenin yarım kalacağını düşündük. Bir hafta boyunca dinlediğimiz hikâyeler birbirinden zor ve biricikti. Benim aklımdan bir babanın enkaz altındayken ikiz çocuklarına olan vedası çıkmıyor. Son kahvaltılarında çocukları saz çalmış, o da hanımıyla beraber Erzurumlu Âşık Maksut Feryadi’den “El gözünde dertsiz gamsız biriyim, benim neler çektiğimi kim bilir!” türküsünü söylemişler. Bunu yazarken bile yüreği acıyla dolan babanın gözleri aklıma geliyor. Dinlediğim ilk hikâyeydi ve belki benim için depremin gerçekliğine dair yediğim bir tokattı.

 

KK: Aleyna’nın söz ettiği liste tabii yedekliydi, biz oradan bazı hikayeleri Aleyna ile bir format belirleyip eledik. Belediyeden Ceyhun Çolakoğlu Bey de bize yardımcı oldu. Enkazdan çıkanlardan mutlaka dinleyelim, enkaza koşup yardım edenlerden mutlaka dinleyelim, o gece çalışan devlet görevlileri olabilir, özel sektör çalışanları olabilir, onlardan dinleyelim… Bu tasniflerle yaptık seçimlerimizi ve kitabı da bu başlıklar üzerinde hazırladık. Hikâyelerin pek çoğu hafızamda ama ilk gün -Aleyna’nın anlattığıÖmer abiyi dinlemiştik. Onun o evlatlarını anlatması, en son gün türkü söylemeleri, evlatlarına duyduğu sevgi… Çok ağır bir hikâye ile giriş yapmış olduk. Ebru ve Ayça hanımın hikâyeleri de ilk aklıma gelenlerden… Dünyanın en güçlü kadınlarıyla kucaklaşmış olduk. Burada bana asıl ağır gelen şey acıda herkesin eşitlenmiş olmasıydı. Ve o acıyı insanların ifade ediş şekillerindeki farklılıklar da oldukça sarsıcı. Fark ettiyseniz tüm hikâyeler onların ağzından derlendi. Ve pek çoğuna sadece editörlük yaptık. Yani acının insanların öyküleme diline yansıması ya da usta bir öykücüye böyle bir öykü yaz desek asla böyle bir metin ortaya çıkaramayacak olması durumu da benim için epey ağır bir deneyim oldu.

 

ÖÖ: Kitap için temel motivasyonunuz ne oldu? “Sıfır Noktası şu işe yararsa amacımıza ulaşmış oluruz” dediğiniz bir hedef var mıydı?

 

KK: Bu kitabı çalışmanın çok zor olacağını biliyordum. Ama hayattayken böyle bir şeye şahit olmuştum ve bu afetle ilgili elimden geleni yapmaya çalışmalıydım. Bunun unutulmaması ile ilgili dergi haberciliği yapıyoruz, bunu defalarca gündeme getirdik. Bu kitabın da aslında bir iz bırakmasını, biz çok kolay unutan bir ülkeyiz biliyorsun, bu acının asla unutulmamasını ve Maraş tarihine bir not düşürülmesini istedim. Motivasyon olarak deprem şehirlerine dair bir şey yapmak isteği hep var içimde… Adıyaman belgesel oldu, Maraş kitap… Diğer şehirlerle ilgili de inşallah bu acıya şahit olmuş biri olarak elimden geldiğince unutulmaması için kayıt düşmek istiyorum.

 

AA: Öncelikle okuması zor bir kitap ve roman okur gibi okunmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü deprem veya savaş zamanları düzenli olarak acı görüntüler görmek nasıl bizi duyarsızlaştırıyorsa aynı matematik okuyucuyu Sıfır Noktası’nın anlamından da uzaklaştıracak ya da fazla tetikleyecektir. O yüzden okuyucu metne ara ara bakarsa ya da içinden bölüm seçip okursa bizim insanları dinlerken hissettiklerimizi hissedecektir. Ben bunun yeterli olduğunu düşünüyorum. Sıfır Noktası ile insanlara teknoloji araçlarına kıyasla daha kalıcı bir hafıza sunuyoruz aslında. Bu hafızayı oluşturan olaylar, insanlar, coğrafya okuyucunun aklına yer ederse ve kitabın sunduğu gerçeklerle yüzleşirse benim için proje hedefine ulaşır. Sıfır Noktası okunduktan sonra yapısal bir dönüşüm ümidi biraz iyimserlik olur. Bizim bu proje vesilesiyle karşılaştığımız acıların sayıca çok daha fazlasıyla yetkililer karşılaşıyordur zaten.

 

ÖÖ: Acının açığa vurulması, bir yerde rahatsızlık uyandırabilir. Metinleri oluştururken ve kitaba seçerken hangi ilkelerden yola çıktınız?

 

AA: Görüşmelerimizin sadece yakınını kaybetmiş insanlardan oluşmamasına özen gösterdik. Yoksa Sıfır Noktası bir acı fetişine dönüşecekti. Depremden birincil derecede önem taşıyan itfaiyeci, hemşire, ambulans şoförü gibi bazı meslek grupları vardı. Bir kaybı olmamasına rağmen imkânlarını depremzedelere sunmuş hayırseverler vardı. Elindeki çekiç, kazma gibi aletlerle komşusunun imdadına koşanlar vardı. Biz de elimizden geldiğince farklı örnekleri bulup kitabın bir tekrara düşmesine engel olmaya çalıştık.

 

KK: Şuna da dikkat çekmek lazım: Öncelikle insanların anlatmak istemediği, anlatmakta zorlandığı hiçbir şeyde zorlamadık. Bunu çok açık yürekle söylüyorum, kendileri kabul etmezse asla röportaj yapmak için, onu dinlemek için ısrar etmedik. Belediyedeki arkadaşlar aramış olsa bile anlatmak istemiyorsa, o orada bitti. Acısını paylaşan insanlar zaten gönüllü olarak geldiler ve anlatmak istediler. Anlattıkları esnada rahatsız oldukları bir şey varsa, orada kayıt cihazını kapattık. Cihaz kapalı değilse ve bu kısmı almayın dediyse metinleri hazırlarken o kısımları kullanmadık. Kitabı dikkatle okuduğunuzda sadece bu insanların yaşadıkları acı hikayelerini değil onların deprem öncesine, anına, sonrasına dair hem bireysel hem toplumsal hem de yönetimsel olarak neler yapılabileceğine nokta atışı önerilerde bulunduklarını göreceksiniz. Yaşadıkları acı deneyimden çıkardıkları derslerle hepimizi uyarıyorlar. Benim yapmak istediğim de aslında tam olarak tarihe kayıt düşerken meseleyi bu deneyimlerle taze tutmaktı. Umarım bu kitap hem tek tek insanlara hem de yönetimdeki pek çok kişiye bu acılı insanların önerileriyle de yol gösterici olur.

 

ÖÖ: Sıfır Noktası için hassaten teşekkür etmek istiyorum. Çok önemli bir projeydi. Üstesinden hakkıyla gelmişsiniz. Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?

 

KK: Öncelikle bize söz hakkı verdiğin için sana teşekkür ediyorum. Ama özellikle bize güvenip sohbet etmeye gelen, acısını paylaşmaya gelen Maraşlılara çok teşekkür ediyorum. Umarım bu kitap ulaşması gereken her yere ulaşır, alınması gereken pek çok tedbir alınır. İnşallah bu hikayeleri başka şehirler yıkılıp da tekrar dinlemek zorunda kalmayız.

 

AA: Elbette ki herkesin gönülden istediği şey böyle felaketlerin yaşanmamasıdır. Ama artık isteklerimizden sıyrılıp gerçeklerle yüzleşmemiz lazım. Sıfır Noktası’nın zorluğu sadece acılardan kaynaklanmıyor; okuyucuyu yüzleşmeye diretiyor. Kaçmaya devam ettiğimiz sürece aynı senaryoyu farklı kombinasyonlarla yaşamaya devam edeceğiz.

 

Söyleşi: Ömer Yalçınova

 

Evelâhir Sayı - 21